Sayfa 1/16 12311 ... SonSon
160 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Saç Dökülmesine Alternatif Bakış

Hybrid View

  1. #1
    SaçımınDoktoru Üyesi forumcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    334

    Saç Dökülmesine Alternatif Bakış

    BÖLÜM -1-


    Herkese selam. Mevcut tedavim sürerken yan etkisi daha az, etkinliği yüksek alternatif arayışım devam ediyor. Okuyup araştırdığım bir çok kaynak, bir çok fikir zihnimde karmakarışık bir haldeyken bunları daha organize hale getirebilmek için bu yazıyı hazırlama gereği duydum. Belki binlerce yıllık bir sorun bu yaşadığımız ve sadece son yüzyılda bir neden bulunabilmiş o da tam olarak anlaşılamamış görünüyor. Tıp ilmine uzaklığım ve kısıtlı imkanlarım dolayısıyla sadece yapılagelen çalışmaları okuyup çıkarımlar yapmaya çalışıyorum. Forumda daha önce bir kaç yerde de yazmış olduğum gibi çaresi bulunamayan her hastalığa genetik denilerek uyutulmayı kabul edemiyorum. Malumunuz genetik kodlarımız değiştirilemez ve olacak olana razı olmak gerekir gibi can sıkıcı bir bilgiye sahibiz. Yaşadığım bedenin üzerinde bir kontrolümün olmamasına kader deyip geçmek fikrini sindiremediğimden genetik üzerine biraz araştırma yaptım ve aslında dna yapımızın içinde belki de sonsuz olasılıklar oluşturulup maddesel tezahüre etki edebileceğimizi farkettim. Bunun nasıl olduğunu son yıllarda bilimin ilgi alanına giren epigenetik ( gen ötesi - genler üstü ) ile açıklayabiliriz. Yani bahsedeceğim şey uçuk bir bakış açısının aksine yakından deneyimlediğimiz ancak çok da önemsemediğimiz bir konunun bilimsel tarifinden başka bir şey değil. Epigenetik konusuna girmeden önce bu konuyu ele alma sebebimin asla çaresiz olmadığımızı göstermek olduğunu belirtmek isterim.

  2. #2
    SaçımınDoktoru Üyesi forumcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    334
    BÖLÜM -2-

    Genetik - Epigenetik

    Wikipedia tanımıyla epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir.

    Biliyoruz ki büyüğünden küçüğüne tüm organizmalar sahip olduğu birikimi yeni kuşaklara aktarma güdüsüne sahiptir. Bu sahip olduğumuz hücresel düzeyden yani genlerimizden, yaşamda edindiğimiz deneyimlere kadar. İşte tam burada işin sadece şans olmadığını bana açıklayan bilim epigenetiktir. Üzerine uzun uzun düşündüğüm ailesel aktarımla gen aktarımı arasındaki farkın açıklamasını bu bilim yapmaktadır.

    Bilimsel kısımlara girip konuya çok hakim görüntüsü yaratmak istemediğim için kendi anladığım düzeyde tarif etmeye çalışayım. Öncelikle bana ilginç gelen kısmı vücudun tüm noktalarında aynı DNA yapısını taşımamıza rağmen nasıl oluyor da bir kısmı gidip beyin hücresini bir kısmı da bağırsak hücresini oluşturuyor. Bu bize DNA değişmese bile aktivitesinin değişebildiğini gösteriyor. Peki yaşam süresinde DNA değişmeyip nasıl oluyor da sadece belli bir yaştan sonra genetik aktarım tabir edilen kanser ortaya çıkıyor? Yani doğumumuzdan itibaren ortaya çıkmayı mı bekliyor ya da biz mi uyandırıyoruz. Aslında bana kalırsa dünya üzerindeki belki tüm hastalıklar DNA yapımızda kayıtlı ama bundan sadece belli bir bölge içinde kalmış aynı alışkanlıkları sürdüren insanlar etkileniyor. Şeker hastası olan bir ailede genetik şeker hastalığı olduğu varsayılırken gözardı edilen o ailenin belki onyıllardır aynı yemek kültürü devam ettirmesi olabilir mi? Ya da Asya da saç dökülmesi Batı'daki Asyalılara göre daha azken Batı'daki Asyalıların daha uzun boylu olmasının sebebi DNA daki değişim mi? Epigenetik bize çevresel etkilerin genetik üzerinde değişime yol açabileceğini söylüyor. Fareler üzerinde, tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan bazı çalışmalar DNA değişmese bile ortaya koyduğu ürünün değişebileceğini ispatlıyor. Derken burada yazdıklarımı çok daha güzel özetleyen bir videoya rastgeldim bu kısmı çok uzatmadan videoyu paylaşıyorum.

    http://www.dailymotion.com/video/xis...ik-kimlik_news


    Videoda da bahsedildiği üzere çevresel etkenler, kaliteli beslenme, yaşam koşullarının tümü gen aktivasyonunu DNA değişmese de etkileyebiliyor. Bunu nasıl yaptığıyla ilgili kısmı da paylaşarak konunun bu kısmını geçiyorum.

    Tüm bu değişimlerin ardındaki mekanizma metilasyon adı verilen bir etkileşim sonucu oluşuyor. Söylediğim gibi çok hakim olmadığım bu kısımları detaylıca anlatmaya çalışmaktansa şöyle kısaca özetleyip geçmek en doğrusu olacaktır. DNA’nın kodlarımızda herhangi bir değişiklik olmadan DNA’nın çalışmasında ortaya çıkan bu değişiklik, “metil” adı verilen ve bir karbon ile üç hidrojen atomundan oluşan küçük bir molekülün DNA’ya eklenmesiyle ortaya çıkıyor ve hangi genin susup hangisinin aktive olacağını belirliyor. Tüm bu şeyler ne işimize yarayacak kısmına gelirsek eğer. DNA değişmese bile kontrol eden epigenetik neredeyse her şeyden etkileniyor. Saçımın sarı veya gözlerimin kahverengi olması fenotip özelliklerim olsa da saçlarımın dökülmesi bir hastalıktır ve DNA tekrar aktive edilerek orjinal formuna döndürülebilir. Nasıl olacak kısmını tüm tıb camiası araştırırken bizim de yapabileceğimiz şeyler mutlaka var ve kader değil. Bir hastalık bundan 5000 yıl önce ortaya çıkmışsa doğanın yapısı gereği çözümünün de o tarihte varolduğuna inanıyorum. Bu yüzden alternatif bakış açıları tam da şimdi bize lazım olan şey.

    Madem tüm çevresel etmenler genetik yapımızı dolaylı süreçlerle etkiliyor, o zaman bedenimizin orjinal formuna dönmesi için bu etkileri yeniden organize etmek gerekiyor. Burada bir çok yaklaşım ortaya çıkıyor ve ben forumun diğer kısımlarında çokça bahsettiğim beslenme üzerinde özellikle duruyorum. Bu kısmı bitirip elimizdekilerle neler yapabiliriz şimdi ona bakalım.
    Konu forumcu tarafından (22.11.2014 Saat 04:21 ) değiştirilmiştir.

  3. #3
    SaçımınDoktoru Üyesi bendeniz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15.09.2014
    Mesajlar
    730
    konuyla alakasız olacak ama bir anlamda genlerimizle oynayıp belki yeniden dizayn edebeliriz varan bişey soylemişssin guzel yazı bende bişey soyleyim her ne kadar bizim memlekette abd müslümanlar kesfetti yada benim turbanlı bacıma saldırdılar yada uzaya cıkmak ne yeaaa sacmalık diyen bir guruh ulkeyi yonetiyo VE bizim halkımız geri kalmısDA OLSA alsana daha fantastigi ABD'li 2 bilim adamı, " beyin ve kalp durmuş kanınız çekilmişse" yani "ölmüşseniz" tekrar yaşama döndürülebileceğinizi açıkladı.

    Hayvanlarda başarılı olmuşlar, insanlar üzerinde deney için etik kurulu kararı bekleniyor. Tıptaki şaşırtıcı gelişme Habertürk gazetesinin sürmanşetinde Neva Çiftcioğlu imzasıyla yer aldı.

    Haberde ölüyü diriltecek yöntem şu şekilde anlatılıyor:

    "Ölümün ardından beden 20 derece soğutuluyor. Kan, serum fizyolojikle değiştiriliyor. Vücuttaki hasar giderilip kan yine bedene pompalanıyor. Kalp tekrar atıyor, gözler açılıyor. Yaşam devam ediyor."

    BU TEKNİKLE HAYATA DÖNDÜRÜLÜYOR

    Arizona Üniversitesi araştırmacılarından Peter Rhee, yaklaşık 1 ay önce yaptığı basın toplantısında şu sözlerle konuşmasına başladı:

    -“Vücut ısınız 10 dereceye kadar düşmüşse, beyin fonksiyonunuz durmuşsa, kalbiniz atmıyor, kanınız damarlarınızdaki yolculuğuna son vermişse doğal olarak ‘Öldü’ teşhisi konulacaktır. Ama emin olun geliştirdiğimiz bir teknikle sizi hayata geri getirebiliriz.”

    HAYVANI DİRİLTTİK

    İnanamayan gözlerle bakan basın mensuplarına bu sefer de Maryland Üniversitesi araştırmacılarından Samuel Tisherman açıklamalar yaptı:

    -“Evet! Dr. Rhee’nin sözlerinde hiçbir abartı yok. Araştırmalarımızı çeşitli hayvanlar üzerinde yaptık ve çok başarılı sonuçlar elde ettik. Bütün detaylarıyla açıkladığımız bu devrim yapacak buluş nedense bilimkurgu gibi algılanıyor. Aynı araştırmayı insanlar üzerinde yapmak için ‘etik kurulundan’ izin bekliyoruz. Sanırız ondan sonra hak ettiğimiz ilgiyi göreceğiz.”

    NASIL YAPIYORLAR?

    İddia ettikleri projeye kısaca bir göz attım. Gerçekten çok ilginç. Bir canlı hayatını kaybetse de kan ve organlar bir süre özelliğini kaybetmeyebilir. Fakat nefesin durmasıyla birlikte oksijensiz kalan organlarda (özellikle beyinde) büyük bir “hasarlar zinciri” başlar.

    Araştırmacıların yaptıkları testlere göre bu hasarı engellemek mümkün. Bunun için ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından beden 20 derece kadar soğutularak hücre metabolizması yavaşlatılıyor. Daha sonra vücuttaki kan, serum fizyolojikle değiştiriliyor. Bu sırada vücutta oluşan hasarı gidermek için yapılması gereken müdahale (örneğin ameliyat) gerçekleştiriliyor.

    HAFIZA KAYBI BİLE OLMUYOR

    Tedavi sonrası ölen kişinin kanı yeniden bedenine pompalanıyor. Kanın damarlarda dolaşmaya başlamasının ardından kalbin atmaya başlama oranı % 90. “Öldü” teşhisi konulan canlı gözlerini açıyor ve yaşamına devam ediyor. Yapılan incelemelere göre hafıza kaybı yok, öğrenebilme yeteneği ise yerli yerinde...

    Domuz ve fare gibi memelilerde gerçekleştirilen bu testler bilimsel etik kurulundan yanıt alınır alınmaz sıraya giren (çoğunluk kanser hastası) gönüllülerde uygulamaya sokulacak. Araştırmacıların en çok odaklandığı kullanım sahası insanlı uzay misyonları. Geliştirilen bu teknik yıllarca sürecek yolculuklarda astronotların yolculuk boyunca uyutulabilmelerine bir ön adım olarak gösteriliyor.
    Konu bendeniz tarafından (22.11.2014 Saat 15:53 ) değiştirilmiştir.

  4. #4
    SaçımınDoktoru Üyesi forumcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    334
    Sayın Bendeniz çok güzel bir paylaşım. Ülkece daha radikal girişimlerde bulunmalıyız ve aslında tıb bizim başarılı olduğumuz bir alan.Yeter ki sisteme kurban gitmesin bu beyinler.

  5. #5
    SaçımınDoktoru Üyesi forumcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    334
    BÖLÜM -3-

    Malum DHT saç dökülmesine karşı elimizdeki onaylı tek suçlu ancak bundan kimsenin tatmin olmadığı belli. Kullandığımız antiandrojenler fayda sağlasa da çoğunluk için bu yeterli olmadı hiç bir zaman. Burada sorun kaybedilen köklerin ölmesi desek de aksi defalarca ispatlandı ve köklerin ölmediği görüldü. Reseptörlerin daha duyarlı olması teorisi geçerli gibi görünüyor. Neyse bilinen kısımları tekrar etmeden şu kısımlara değinmek istiyorum. Bu DHT orada ne halt ediyor da buna sebep oluyor. Kafamı kurcalayan bu soruya alternatif cevabı yıllar öncesinde yapılan bir çalışma veriyor. Çalışmayı şimdi bulamadım ancak bir doktorun yaptığı otopsiler sonucunda saçsız bölgelerdeki kireçlenmeden bahsediyor. Düşününce şöyle bir mantığa uydurma yapılabilir. Evet DHT erkeklerde kemik gelişimi için elzem bir hormon ve erkeklerin kadınlardan daha yoğun kemik yapısına sahip olmasını açıklayabilir. Ergenlik dönemindeki süreç tamamlandıktan ve o dönemde de saçlarımızın da en iyi halini aldıktan sonra işler tersine çalışmaya başlıyor. Bazı kişilere göre DHT yine bol olduğu yerde kalsiyum birikimine sebep oluyor. Bundan sonra aklıma Prostat kireçlenmesi gelse de sebeplerine dair bir açıklama bulamadım maalesef. Bunlar zihnimi kurcalarken yine fareler üzerinde yapılan bir araştırmayı buraya ekleyeyim. Eğer yanlış anlamadıysam bu çalışma da yukarıda yazdıklarımı destekler nitelikte.


    Previous histological investigations have shown that the hair follicle is particularly susceptible to mineralization when the skin of hypercalcaemic rats is injured. Direct chemical and X-ray diffraction analyses of follicle tissue have now confirmed this finding. As judged by increases in both calcium and phosphorus, mineral deposits began to form in hair follicle tissue 6–12 h after a mild crush injury to the skin of rats dosed with dihydrotachysterol (DHT), and 24–48 h after a similar injury to the skin of non-dosed rats. X-ray diffraction gave a diffuse apatite pattern. Within 3 h of injury there was a rise in the calcium content of follicle tissue which was not related to DHT-dosing and which was probably a reflection of calcium binding rather than mineral deposition.


    Tüm bunların yanı sıra saç dökülmesinde kafa şekli teorileri, etkinliği kanıtlanmış kafa derisi masaj teknikleri ya da site de son zamanlarda bahsi geçen kireçli suyun dökülmeyi hızlandırması gibi konular birleşince daha anlamlı sonuçlar çıkıyor ortaya. Açıkçası anlayamadığım kısmı DHT - inflamasyon - kalsiyum birikmesi döngüsü hangi sırayla ve silsileye oluşuyor bilmiyorum ancak damarlarda ve deride oluşan kireçlenmenin ortadan kalkmasıyla folekülün daha rahat beslenebileceği mantıklı geliyor. Farklı bir yaklaşım olarak kafa derisinde biriken kalsiyum ve bağlı düşük kan basıncı DHT birikmesine sebep olup yine folekül içine sızarak kör tıpa gibi çalışıyor olabilir. Hatta minoxidilin çalışma mekanizması da bunu destekler nitelikte. Tansiyon hastalığının önemli sebeplerinden birisi olan damar kireçlenmesi ve minoxidilin tansiyon ilacı olarak başlayan süreci etki mekanizması açısından kireçlenme ihtimalini daha da güçlendiriyor.

    Yine DHT veya diğer androjenlerin dökülmeye sebep olduğu fikrine yeterince ikna olamadığım bir çelişki herkesin bildiği gibi yaşla birlikte DHT azalıp östrojen artıyor oluşu (erkekler için ). DHT'nin tüm fonksiyonları en yoğun haliyle etkilediği süreç olan ergenlik saçların en canlı olduğu zamanken işler faaliyet alanı azalınca tersine dönüyor. Bu da başka ihtimalleri getiriyor. Kafa derisinde veya damarlardaki kireçlenme teorisi bunlardan birisiydi ancak her şey yukarıda yazılanlar kadar uyumlu değil elbette. Örneğin şakaklara enseden ekilen saç madem o koşullarda yaşayabiliyor o zaman oradaki saçların da etkilenmemesi gerekiyordu. Velhasıl tüm ayrıntıları bilemediğimiz için birbiriyle çelişen noktalar mutlaka olacaktır. Yine de dikkate alınması gereken bir konu olduğunu ve alternatif tedavi arayışımda kilit rol oynadığını düşünüyorum.

    Kireçlenme tedavisi de beslenme ve fiziksel koşulların iyileştirilmesi ve gerekirse de besin takviyeleriyle halledilebilir olması denemekten zarar gelmez dedirtiyor. Tavsiye edilen vitamin mineraller de şu şekilde.

    D vitamini
    K2 vitamini
    Magnezyum

    Beslenme ile ilgili kısmı yazmaya başladığım da özellikle D vitaminin öneminden ve farkında olmasak da ülkece eksikliğini yaşadığımızın istatistik verilerini yazmaya çalışacağım.

    Not: Burada paylaştığım konuların çoğu araştırdığım ve mantığıma uygun bulduğum şeylerin bir derlemesidir. Bazı ilgimi çeken çalışmaları/teorileri kendi yorumumla aktarmaya çalışıyorum bu yüzden yanlışlarım olabilir. Böyle bir durumda eksiğimi ve yanlışımı düzeltmenizden memnun olurum.

  6. #6
    SaçımınDoktoru Üyesi
    Üyelik tarihi
    26.10.2014
    Mesajlar
    117
    Çok güzel bi bakış açısı hocam sağolasın ufkum açıldı. Benimde hep kafamda olan sorular

  7. #7
    Moderatör LahmacuN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    381
    Kireçli suya hala tam çözüm bulmuş değilim. Elma sirkesiyle durulamak biraz rahatlatıyor; fakat yine de çözüm değil. Kireç önleyici filtreli duş başlıklarını araştırıyorum şimdilerde.
    Çok güzel bir yazı. Teşekkürler paylaşım için.
    Tedavim
    1) Avodart(Hergün)
    2) Minoxil (Akşam Hergün)
    3) Nizoral Şampuan(Haftada 4 Defa)

  8. #8
    Moderatör anl - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    31.07.2014
    Mesajlar
    1.020
    Forumcu gerçekten de kafa takılacak bi konu bu genetik meselesi.
    Ama sonuçta hiçbirimiz genbilimci olmadıgı için, yetersiz kalacak çok şey de var. Yalnız ben şunu söyleyeceğim, asıl tezat senin de söylediğin gibi şu : Eğer mesele sadece kireçlenme tarzı bir damar tıkanması olsaydı, ya da HERHANGİ bir tıkanıklık durumu sebebiyle saçlar dökülüyor olsaydı; Enseden alıp ektiğin saçın KESİNLİKLE dökülmesi gerekirdi.
    Sen de direkt söylemişsin bunu zaten. Yani işin içine yine tepe bölgesindeki saç köklerinin ,genetik olarak dht ve androjenlere duyarlı olması meselesi giriyor.
    Hatta en sağlam tez bu, çünkü dht vücudun her yerinde var. Sadece tıkanma ve beslenememeye dayalı olsaydı , şakak ve enseyi de sıfırlardı dht ve androjenler. Aynı tepedeki gibi..
    Ama bence bu dht'nin , saç köklerini KANLANAMAMA VE BESLENEMEME manasında tıkadığı çok aşikar bir durum. Mesela ben zamanında 3 ay boyunca SADECE dermaroller ile kafada hat safhada kan sirkülasyonu sağlayarak saçlarımı capcanlı bi hale getirmiştim.
    Yani oranları özetleyecek olursam, dökülmenin kaynağı:
    %75 Dht ve androjenler, %25 Dht ve androjenlerin baskısı dolayısıyla yeterli beslenememe ve KANLANAMAMAK.
    Ha niye sadece tepe bölgesi? Bu da 7den 70e herkesin bildiği gibi, tepedeki köklerin duyarlılığı. Malumun ilanı gibi oldu bu ama maalesef yine genetik çaresizliğe çıkıyor yolun sonu.
    60 ml Elseve içine 3 gram Saf Minoxil + 6 Adet Dutas

  9. #9
    SaçımınDoktoru Üyesi forumcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    04.08.2014
    Mesajlar
    334
    Kireçlenme mekanizması üzerine ciddi araştırmalar yapılmadıkça bunu net olarak anlamamız mümkün değil sadece deneyerek öğrenebileceğiz anlaşılan. Genetik program meselesinde de hastalık tabir edilen aktarımların ailesel olduğunu ve değişen yaşam koşullarıyla değiştirebileceğini düşünüyorum. Şimdi troid ile ilgili yazı hazırlıyorum ondan sonra beslenme konularına başlayınca ailesel aktarımlar konusuna daha detaylı gireceğim.

  10. #10
    Forumcu güzel ve toparlayıcı bilgiler. Burada dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum. Androjenler ve genetik hassasiyet sonucu oluşan kireçlenme damar sağlığı problemleri vs birer sonuç yani sebep sonuç ilişkisini iyi irdeleyip sonuçlarda yolumuzu kaybetmemeliyiz. Demek istediğim sonuçları ortadan kaldırmak tek başına işe yaramayabilir ama o sonuçlar saç dökülmesine sebep oluyorsa işe yarayadabilir. Mesela damar sorunu bir sorun ve minox arginin vb ile sorun palyatif şekilde çözülsede tek başına ne yazık ki yeterli olmuyorlar. Yine pgd2 de bir sonuç ve bunun elimine edilmesi iyi sonuç verebiliyor. Sonuçları ortaya çıkaran sebeb ya da sebepleri ortadan kaldırmak en iyi çözümmüş gibi görünüyor. Zira sonuçlarla tek tek uğraşmak hem zahmetli hem zaman alıcı hemde pratik olmayabilir. Yine de sonuçları düzeltmeye yardımcı hayat tarzı beslenme önerileri kesinlikle dikkate değer adımlar olacaktır. Saygılarımla.
    Karma Peptid, AdvanCell, Setipiprant, Saf kafein, RU58841 dönüşümlü olarak kullanıyorum minoxidil haftada 1-2 olacak şekilde kullanırım bazen haftayıda atlarım. Bu tedaviden önce Miracle vardı ve gerektiğinde etki tazelemek için tedaviye ekleyeceğim Ana amacım en hafif doğal ve yan etkisiz tedavileri deneyip aktarmak. Deneyimlerime göre en sorunsuz ve sağlıklı tedaviler sırasıyla Peptid, Setipiprant Cellagance Saf Kafein ve RU58841


    Mesajlara elimden geldiğince dönmeye çalışıyorum .

Sayfa 1/16 12311 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Saç Çıkış Döngülerine Resimli Bakış
    By Miracle in forum Saç Dökülmesi Hakkında Sohbet
    Cevaplar: 15
    Son Mesaj: 26.10.2018, 14:33
  2. Saç Dökülmesine Karşı Karanfil
    By Miracle in forum Saç Dökülmesinde Alternatif Tedaviler
    Cevaplar: 20
    Son Mesaj: 26.07.2017, 20:19
  3. Piroctone Olamine Saç Dökülmesinde Bir Alternatif
    By Miracle in forum Saç Dökülmesi, Saç Ekimi Hakkında Yeni Araştırmalar ve Gelişmeler
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 08.09.2016, 09:37
  4. Reflexology acupressure alternatif tıp
    By piranha in forum Saç Dökülmesi, Saç Ekimi Hakkında Yeni Araştırmalar ve Gelişmeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 03.08.2014, 20:59

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •